×

Çok ayrıntılı Fransız Rivierası-Barcelona-Valencia gezisi

Çok ayrıntılı Fransız Rivierası-Barcelona-Valencia gezisi

● Fransız Rivierası-Barcelona-Valencia turu Hap bilgi isteyenler mutlaka okusun Keyifle okumanız-izlemeniz dileğiyle Aşağıdaki Fotoğraflar CANON EOS 650D ile çekilmiştir. Merhabalar. Sonunda Fransız Rivierası (güney sahilleri) olarak da bilinen Provence-Alpes-Côte d’Azur (PACA) bölgesi ile Monaco devletini de içeren Fransa ve İspanya güney sahillerinde yer alan Barcelona(Katalanlar kesinlikle İspanya’da değiliz derler) ve Valencia turunu çok şükür tamamladık. Sıra siz gezginlere görsel bir şölen eşliğinde detaylı bir rehber sunmakta. Umarım bir gün bu bilgiler işinize yarar. Öncelikle şunu belirteyim, Barcelona harici tüm şehirlere belirtilen günler yetti de arttı, sizin için de öyle olacağını düşünüyorum. Barcelona’ya ise 3 gece 4 tam gün yetmedi anlaşılan hakkını vermek için en az 2 hafta lazım. Bir dahaki sefere programımıza girdiği için sorun yok, ömrümüz vefa ederse Allah nasip eder zaten. Program İstanbul-Marsilya (araç kiralama-transit Nice) Nice (2 gece B&B otelde konaklama) Nice-Barcelona (Vueling Havayolları- 3 gece 4 tam gün Barcelona Hükümet Sarayı yanında (Gotik Mahallenin tam da içinde) AirBnb evi konaklama) Barcelona-Valencia (gece 12 gibi Valencia’ya trenle varış-LimeHome otelinde 1 gece kalma-Valencia 1 tam gün konaklama) Valencia-Marsilya (Ryanair ile Marsilya – 2 gece Holiday INN Saint Charles de Gare – tren garı yanında OK konaklama) Yine otoparkından oteline, havayolundan trenine kadar kendi imkanlarımla ayarladığım programı sizlere anlatmaya başlayayım. Almanya’da Enterprise ile yaşadığım araç kiralama sonucu yaşadığım sorunlar sonrasında bu sefer yine Expedia üzerinden Europcar firması ile sınırsız km/2 gün için 125 euro’ya VW Taigo ayarladım,ancak Peugeot 2008 verdiler sorun etmedim. Sütten ağzım yandığı için unutma ihtimalime karşı bu sefer 10 soruluk bir metni ingilizce hazırlayıp görevliye bizzat sordum ve her soruma teker teker cevap verdi. Aracı almadan video çekmemi kendisi önerdi hatta. Teslim yerinden Monaco için cross border ödemeye kadar her soruma tatminkar cevaplar aldım. Fransız otoparkları Google Haritalar’da da göreceğiniz üzere aşırı derecede güvensiz olduğu, yorumlar patlar araç camları, çalınan valiz hikayeleri ve polisin umursamaz tavırlarıyla dolu olduğu için lütfen bana birşey olmaz demeyin gidin paşa paşa sigortanızı yaptırın. Sigortaya’da yaklaşık 60-70 euro ödedim. Bu arada gitmeden önce sormuştum, aynen de öyle oldu, Monaco ayrı bir devlet statüsü taşıdığı için Monaco için de yaklaşık günlük 9 euro cross border ödedim. Gelelim ilk güne. Aracı alır almaz Nice şehrine hareket ettik. Otobanlar maalesef Almanya gibi kaliteli ve ücretsiz değil ama kullanımı da çok zor değil. T(ticket) harfinin ve üzerinde kredi kartı/nakit simgelerinin de olduğu gişeyi tercih edip biri olmazsa biri olur mantığıyla hareket ettim. Temassız kartla işlem yaptım genelde. Kısa mesafeler 2-3 euro, şehirlerarası 15-20 gibi ücretler sizi bekliyor. Aceleniz varsa benim gibi otobanları tercih edin yoksa meskun mahalde süper manzaralar olsa da o yol bitmez. Nice’e varmadan önce olası otopark hırsızlığı riskine karşı valizlerimizi, Şehrin yaklaşık 15 km dışındaki B&B HOTEL Villeneuve-Loubet Plage otelinde bıraktık. B&B zincirlerine olan hayranlığımı daha önce de belirtmiştim. 2 gece için 2 yetişkin 2 çocuk 140 euro ödedik. Tavsiye ederim güzel deniz kenarına yakın ferah bir semtte. Havalimanına da yakın. Nice’e giderken otobana girmeyerek Promenade Des Anglais (İngiliz Kaldırımları) denen sahil şeridinden Nice’e doğru ilerleyerek sağımda muhteşem deniz manzarası solumda muhteşem kafe/restoranlar ve orta refüjde palmiyeler eşliğinde çok güzel manzaralar gördük. Efendim Nice, ismiyle müsemma bir yer. İngilizcede Nice hoş, güzel anlamına geliyor biliyorsunuz. Gerçekten de hoş bir yer. Az önce bahsettiğim mıntıkaya İngiliz Kaldırımları denmesinin sebebi ise yine şehre bir yabancının gelmesi ve hikayenin başlaması. 18. yüzyılda İngiliz Aristokratlar burayı keşfedince şehrin imarı da kısmen buna göre şekillenmiş ve bu bölgeye İngiliz Kaldırımları adı verilmiş. Ben özet yazısında da belirtiğim üzere burayı Antalya Konyaaltı ve İzmir Kordon karışımı bir yer olarak niteledim. Konyaaltına benzetme sebebim insanların spor yapması, denize girmesi (tabi biz oradayken hava nedeniyle mümkün değildi) Kordon’a benzetme sebebim ise güzel mekanların sahilin karşısında yer alması. Gerçekten bir karışım gibi. Şehir merkezinde Fontaine du Soleil olarak adlandırılan merkezi bir bölgede yer alan çeşme var. Bu bölgenin etrafında bir dönme dolap var ve şehre değişik bir hava katıyor. Bu noktadan sahilin ters yönüne doğru gittiğinizde ünlü AVM leri Galeries LaFayette in de yer aldığı güzelim bir caddede sağlı sollu mağazalar ve şık kafeler var. Fransızların kendine has tatlılarını bu caddedeki kafelerde deneyebilirsiniz (deneyimleyebilirsiniz demiyorum, bu kelimeye alerjim var çünkü böyle bir kelime yok ve anlamsız). Artık çok sayıda kiliseyi Avrupa’da mecazen tavaf ettiğimiz için ve bir migrenle başa çıkmak zorunda olduğumuz için daha çok geziye odaklandık burada. Rue Droitte denilen mistik ve dar sokaklardan oluşan bölgede de çok ilginç mekanlar var. Ayrıca sizin vaktiniz olursa kesinlikle Bellanda Tower denilen Nice’e kuşbakışı bakan tepeye çıkmayı da ihmal etmeyin. Biz çıkamadık dediğim nedenden dolayı. Ayrıca vaktiniz olursa Parc Castel des Deux Rois denilen panaromik bölgeye de mutlaka gidin. Bizden bu kadar, herhangi bir güvenlik problemi yaşamadık görmedik, çok beğendik Nice’i. 1 gün rahat yeter. Ville Franche Sur Mer-Eze-Monaco-Cannes: Ville Franche Sur Mer küçük bir deniz kasabası. Trenle de ulaşım mümkün. Görmekte fayda var değinmeyeceğim. Eze köyü küçük içinde meşhur bir parfüm fabrikası da bulunan yokuşları bol otantik bir köy. Parfüm fabrikası ücretsiz ve gezilmeli. Nietzsche burada yaşamış ve böylesine güzel bir yerde nasıl bu karamsar ruh haline bürünmüş pek anlayamadık. Nietzsche’ye atfedilmiş bir yürüyüş yolu da var burada. Bazı yeni yerleşim yerlerini kısmen Antalya Kalkan’a benzettik. Eski yerleşim film platosu gibi dar sokakları olan çok mistik bir yer. Kesinlikle görülmeli ama bebek arabası burada eziyet olur baştan söyleyeyim. Eze köyü girişindeki minik pazarda bir İtalyan abiden makarna, spagetti vs aldık ve baya sohbet ettik. Bize Türk olduğumuzu söyleyince ikide birde “araman” “araman” diyip duruyordu. Meğersem İbrahim Tatlıses hayranıymış, abi dedik araman değil “aramam” doğrusu. Youtube dan açtı dinletti falan baya güldük. Seyahat boyunca da bu şarkıyı dilimize doladı eskiden çok aradığımız bir şarkı olmasa da. Gidince bulursanız adı Jabi gibi birşeydi. 6 makarna çikolata 20 euro falan gayet makul. Monaco: Tamamen yürüyerek gezdiğimiz ama size bunu kesinlikle tavsiye etmediğim yer. Çok yorulduk çünkü yokuşlardan. Mükemmel bir yer. Her yerden yapaylık akıyor ama değişik olduğu için çok ilgimizi çekti. Aramızda teknik personel vardır. Bu şehir resmen x-y-(-z) ekseninde kurulu. Bakın z demiyorum eksi z. Şehirde yer kısıtlı olduğu için resmen yerin dibine indikçe iniliyor. Otoparkta -6’ya mı ne bırakmıştık, ilk 4-5 kat orada oturanlarınmış tabi bunu bilerek gitmiştik. Uyarılar(araç çekme) bitene kadar ineceksiniz. Kraliyet Sarayı gezisinden sonra Monte Carlo yat limanı üzerinden, 1297 yılından beri Monaco’yu yöneten Ceneviz kökenli Grimaldi ailesine gelin giden Hollywood un ünlü aktristi Grace Kelly’nin himayesinde ve adına inşaa edilen Japon Bahçesi’ni ziyaret ettik. Güzel ve görülmeye değer bir yer. Sonrasında herkesin önünde fotoğraf çektirdiği F1 Car heykelinin içine çoluk çombalağı atıp fotoğrafımızı da aldıktan sonra soluğu az ötedeki efsanevi Fairmont virajına da adını veren Fairmont Oteli’nin önünde aldık. Zaten buradaki kalabalıktan anlıyorsunuz. Monaco’da lüks araç çok olduğu için oturup onların şovunu izliyor millet. Onlar da bu ilgiye kayıtsız kalmıyor çoğu zaman ve bazıları viraja hızlı gelip virajda hız kesip sonra tekrar hızlanıp görsel bir şölen yaşatıyor izleyenlere. Tabi gönül ister ki bir gün gerçekten F1 i burada Fairmont terasından izleyelim. Sonra meşhur Casino’ya uğradık ki önünde şansımıza o gün orada ralli vardı. Kısmen izleme şansı bulduk. Casino’ya girmeyi bırakın çocuklara kötü örnek olmaması için adını bile söylemedik. Tek başıma olsa belki girer ibret için ortamı seyre dalardım. Monte Carlo limanını hem Casino hem de Kraliyet Sarayı bölgesinden izledikten sonra buradan ayrıldık. Yeme içme konusunda uygun yerlerin de olduğunu gördük ancak biz acelemiz olduğu için çocuklara carrefour un önündeki alanda sipariş alan ustadan pizza ve sandviç yaptırdık. Sonrasında da Cannes’e uğramak için ayrıldık. Cannes: Küçük ve keyifli bir Akdeniz şehri. Tavsiye ederim. Tarihi bir bölgesi de var. Kırmızı halıda bir tur atıp güzel bir mekanda yemeğimizi yiyip ayrıldık. Cannes bile bize bu kadar küçük geldiyse Antibes’e vs diğerlerine gidemedik diye çok ta üzülmeyin. Çünkü St Paul de Vence’ten tutun Aix de Provence’e kadar irili ufaklı o kadar çok yerleşim var ki hepsini gezmeye kalksanız vaktiniz uzadıkça uzar. Yalnız Eze-Monaco arasını kesinlikle unutamayacağım. Kaş’ta gezerken gördüğünüz manzaralara yer yer trenyolu manzarası ekleniyor. Son olarak Cannes’ten ayrılırken Rus/Ukrayna kökenli olduğunu düşündüğümüz çok güzel ve şık bir hanımefendi ile görece şüpheli tipteki kocası aracımızın önünü keserek help help dedi. Dedim arka dolu çocuklar var, çocuklar olmasa da almazdım. Sakın böyle şeylere itibar etmeyin, hatta eşim camı açıp konuşmamıza bile kızdı ama bazen ne olduğunu anlayamadan olaylar gelişiyor. Siz camı da açmayın. Barcelona: Avrupa’da çok seyahat ettim, ancak daha önce uçakla bir yerden bir yere gitmemiştik. Bu sefer Vueling havayolları ile yaklaşık 140 euro gibi komik bir ücrete (valizler olmasa kişibaşı 600-700 lira) Barcelona’ya seyahat ettik. Ancak araç kiralamada geçmişte tatsız tecrübelerimiz olduğu için sabah uçağımız öncesi geceden araç teslim noktasını tespit ettik. Size de öneririm ki sonra vaktinizden yemeyin, iyi ki de bunu yapmışız çünkü bulmamız yarım saate yakın zamanımızı yedi. Bu arada Vueling Terminal 1’de hizmet veriyor ve araç bıraktığımız nokta Terminal 2’ye daha yakın. Sorun yok. Havaalanının da dışına çıkan ancak terminaller arası ücretsiz ulaşım sağlayan tramvayla 5 dkda Terminal 1’e vardık. Sabah erken saatlerde olan uçağımız için check in yaptırmamıştık, çünkü bu mevsimde çok yoğun olacağını tahmin etmemiştik. Ancak o da ne? Görevli somurtarak işlemi uzatınca birşeylerin ters gittiğini anladık. Voila! Overbooking! Uçak haddinden fazla bilet satmış. 4 kişiden 3ünü gönderebiliriz, 1iniz kalacak, gece 23 uçağımız var dediler. Dedim siz dalga mı geçiyorsunuz, yok çok ciddiyiz dediler. “Biz ayrılamayız, yollar ayırsa bile” dedik biz de. Şaka bir yana ailede benden başka kimsede yabancı dil yok, olmaz dedik. Bekleyin gelmeyen olursa gidersiniz dediler. O sırada ben Vueling uygulamaya bakıyorum 4 kişilik bileti 660 euroya satıyorsunuz hala ama bana yer yok diyorsunuz dedim, şirket politikası efendim bizim yapacak birşeyimiz yok, bekleyin gelmeyen olursa gidersiniz dediler. Tabi gerginlik, telaş derken herkes bize bakıyor, fakat o da ne uçuşa 45 dk kala herkes sıradayken uygulamada bana da koltuk atandı derken görevli gelip biletimi de uzatınca rahat nefes aldım. Kişibaşı 250 eurodan toplamda 1000 euro tazminat artı geceki uçak bileti mi, yoksa planlı seyahatiniz mi, siz hangisini tercih ederdiniz, biz tabi ki seyahati tercih ettik, zaten zaman kısıtlı Barça bizi bekliyor, otel ayarlanmış, müze programları yapılmış napayım 1000 euroyu kayıp koca 1 günün yanında. Neyse efendim vardık Barça’ya. Bir Real Madrid fanı olsam da gerçek futbol gurmeleri bilir ki “Mes que un club” yazar Nou Camp stadının en belirgin koltuklarında. “Bir takımdan daha fazlası”. Narcis de Carreras’ın 1968 yılında Barcelona başkanı seçildikten sonra yaptığı teşekkür konuşmasında söylediği sözdür kendisi. Sonradan Barça’nın sloganı haline gelmiştir. Bu detayı niye şimdi mi verdim? Çünkü bana göre “més que una ciutat” olmalı doğrusu. Yani “bir şehirden fazlası”. Her ne kadar hala Roma ajandamda ilk, Amsterdam 2. sıramda yer alsa da Barcelona tam bir mimari şehri. Tarih konusunda Barça Roma’nın yanından geçemez ama muhteşem mimari yapıları benim ajandamda kendisini 3. sıraya yerleştirdi. İlk olarak daha önce çeşitli nedenlerle seyahat iptalleri yaşadığımız için Barcelona konaklamamızı “kervan yolda düzülür-her ne kadar bu atasözünü sevmesem de” Nice’te otelde kalırken ayarladım. Ayarladım ama 2-3 haftadır takip ettiğim, Gotik mahallede 3-5 tane evi olan Sthefy adında bir dengesizin(nedenini açıklayacağım) fiyatı 3 gece için 8bin bandında seyreden evi 5bin liraya ayarladım. Kesinlikle tertemiz, merkezi, 100den fazla insandan olumlu referans alan bir yer. Peki neden dengesiz? Adres tarifi istiyorum verdiği yer saçma sapan(yakın ama farklı bir yer) bir yer çıkıyor, diyorum ki konum at en sağlıklısı, en son ısrarlarım sonunda konumu atabildi. Otele erken girersen(3ten önce) 20 euro ödersin dedi, bunda da bir anormallik yok kabul ama orada devamlı olarak biri beklerken bizden niye 20 euro istiyorsun. Biz de vermedik tabi. Barcelona havalimanına 11 gibi indik, zaten hallice bir ilçe gibi bir yer ve dükkanlar şahane, insan 3-4 saat geçirir öyle keyifli bir yer. Turizm firmaları tur düzenlese yeri o kadar büyük bir yer yani. Neyse 46 nolu otobüsle (Terminal1 ve Terminal 2den geçiyor). Şöföre ücret ödeyerek binebiliyorsunuz ya da kartla. Ancak benim 8 binişlik kartım olduğu için(2 hafta önce dönen arkadaşımdan rica etmiştim-metrolarda satılıyor-11.5 euro-0.5 euro depozito ücreti var sanırım-sonra yükleme yapmak istedim-kioksta biri ben yardım istemeden yanıma geldi-nakit ödeyeceksin kart olmaz dedi-sanırım cüzdanımı çıkarınca çarpıp kaçacaktı-çıkarmadım ama yükleme de yapamadım-kartımı kaptığım gibi uzaklaştım oradan) biz ne kiosk aradık ne şöföre ücret ödedik. Tüm aile üyeleri için kullanabiliyorsunuz. Aktarma var mı yok mu muamma, var gibi sanki. Bu otobüs en hesaplı yol. Tek biniş sanırım 2.5 euro civarı olmalı. Son durak olan Plaça Espanya-İspanya Meydanı’nda iniyorsunuz. Buradan L3 numaralı metroya binerek La Rambla caddesi üzerinde yer alan Liceu merkezi metro durağında iniyorsunuz. Ama aman diyim ağır valizleriniz-bebek arabanız varsa 46 numaralı otobüsün sizi indirdiği çifte kulenin oradan metroya giriş yapmayın, çünkü Barcelona’da metroya ulaşım rezalet. Asansör ya yok ya da yarıya kadar ya da en kötüsü çalışmıyor, rezil olduk 10 dk sürdü metroya ulaşmamız. Oysa ki “aman canım asansör olmayıversin” demek yerine insanların önerdiği gibi kavşağı yayan dolanarak Arenas de Barcelona’nın (eski arena-yeni AVM-ücretsiz teras manzarası süper) önündeki metrodan insek bu kadar eziyet çekmeyecektik. Bu uyarılarım tüm metro istasyonları için geçerli. Mutlaka asansörlü olan yerden inin. Bu arada çocuklara da kart basıyorsunuz saçma bir şekilde. Bunu Amsterdam’da da yadırgamıştım. Neyse efendim vardık 12’de Liceu’ya, otel yakın ama girişe 3 saat var. Biz ne yaptık. Hadi dedik ağzımı tatlansın. Granja Dulcinea isimli tarihi mekana gidip kahveler eşliğinde meşhur “Krem Katalan” yedik. Efsane bir tatlı, kesinlikle yiyin. Aynı mekadan churros eşliğinde sıcak çikolata da servis ediliyor, meşhurmuş ama ben denemedim ne churros ne de sıcak çikolata sevmiyorum, sadece çocuklara churros aldım, fena değildi ucundan tattım. Sonra yine tavsiye üzerine “COLOM” isimli rezervasyon kabul etmeyen yemek zamanı kuyruk uzunluğu şov yapan (öğle ve akşam yemeği zamanları-o yüzden 2-3 gibi gitmekte fayda var sıra olmuyor) fiyat/fayda optimizasyonunda arşı alaya varan mekana gittik. 2 kişilik bol deniz mahsullü enfes paella 22 euro efendim. Zaten en az 2 kişilik söyleyebiliyorsunuz. Şiddetle tavsiye edilir. Ben paellayı bir İzmirli olarak aşırı beğendim. En son tavayı sıyırıyordum. Başka mekanlara gidip 50 euro bayılmaya gerek yok. Bu mekana giderseniz boğazında dövme olan Ürdün/Lübnan(hangisi hatırlamıyorum) lı Ahmet kardeşimizi bulun. Çok kibar, çok nazik dilinden dua eksik olmayan kavruk tenli kısa-ortaboylu Türkçe çatpat konuşan bir kardeşimiz. Katalan sinirli bir çocuk var bıkmış heralde Türklerden agresif agresif hareketler ona bulaşmayın,valizler var diye bizi alırken nazlandı ama sonunda girdik. Uzakdoğulu bir amca var o da iyi, birkaç kez gittiğimiz için kanka olduk. Tavşanlı,etli,mürekkepli versiyonları da var denemedik size kalmış. Sonra Gotik mahallede dar sokaklar arasında 10 dk yürüyüşle otelimize(airbnb evi) girdik. Otel için yazıştığımız arkadaş ne kadar aksi ise otelde bizi karşılayan Lorena isimli Kolombiya/Meksika kökenli kız ve kardeşi Miguel çok dost canlısı idi. Ancak bizi Sthefy yüzünden tam 3te eve aldılar. İyi derecede İngilizce bilsem de onlar bilmediği için translate üzerinden anlaşmaya çalıştık. Bu arada İngilizceniz iyiyse bu tip durumlarda kesinlikle Türkçe kullanmayın, çeviri hataları had safhaya çıkıyor Türkçede. Google algoritmasında bu konuda bir sorun var. Türkçe kullanıyorsanız da kesinlikle yazarak tercüme edin. Kısa bir mola ve valizleri bıraktıktan sonra Barcelona Katedrali’nin yanından geçerek(ücretli olduğu için girmedik-Avrupa’da görmediğim kilise kalmadı) Zafer Takı ve Ciutadella Parkı’nı gezdik. Güzel alanlar ancak parkın büyük kısmı bakımda. Sonra Ferran Caddesi üzerinden (Carrer de Ferran-keyifli bir cadde kesinlikle öneririm) Flamenko izleyeceğimiz mekana doğru yola koyulduk. Arkadaş tavsiyeli 23Robadors isimli tekinsiz bir yerde yer alan ancak endişe etmenize hiç gerek olmayan bir yerde kişibaşı 8 euro vererek efsane bir resital izledik. Zaten ilk 3 sıra Türk. Gösteri 8de başlıyor ancak rezerve olmadığı için yarım saat önce gitmeniz gerek ilk sıralar için. Çünkü mekan çok dar ve küçük. Ama bu da sesi damarlarınıza kadar hissettiriyor. Tek yapmanız gereken instagram sayfalarında hangi günler flamenko var bakmanız gerek. Arkadaşım 6 günde 3 kere bu mekana gitmiş ve her seferinde farklı sanatçılardan gösteri izlemiş. Bizim de tadı damağımızda kaldı. Çocuklarımız da beğendiler. Sonra acıkınca Mimi Tapas isimli mekanda gece kayıntısı yaptık. Dükkan Hindulara ait olsa da yüksek not aldığı ve lüks olduğu için girdik. Koca porsiyon domatesli tapas 3 euro, sarımsak soslu tapas 3 euro, zeytin tapas 3 euro. Akşamları acıkınca annemizden çay eşliğinde istediğimiz tabaklar gibi. Zaten tapas atıştırmalık/meze demek. Bizden mekan da tapas ta geçer not aldı. Başka siparişimiz olmayınca şaşırdılar ama ne yapalım hala paella dolu bir mide ve diğer atıştırmalıkların etkisi devam ederken fazlası olmazdı. İkinci gün dünden aldığımız Park Güell ve La Sagrada Familia günü başladı. Benden size tavsiye eğer yurtdışında geleneksel sim hattınız sms almıyorsa ya da almayacaksa mutlaka işbankası gibi bir kart yanınızda olsun. Çünkü teb kartımla müze satın alırken sms gelmedi, ama işbank smsleri uygulama üstü gönderdiği için biletleri alabildik. Bu arada mevsimden dolayı 1 gün önceden müzeleri alabildik, bunu da biliyorduk, hatta arkadaşım kuyruktayken almış, ancak bahar/yazın bunu yapmayın haftalar öncesi bitebiliyormuş. Park Güell’e sakın metro ile gitmeyin, yoksa yokuş çıkarsınız, en ideal yok Katalunya meydanından 24 nolu otobüse binip parka tepeden girmek. Bu arada burası eskiden ücretsizmiş. Ancak Barselona meclisi nasıl olsa geliyorlar diye burayı ücretli yapmış sanırım. Ama bana sorarsanız kesinlikle gelinmeli ama 16-18 euro gibi bir ücret buraya gerçekten çok fazla. Sebebi de şu: Bir mimarlik dergisinde okuduğuma göre burasının yapımı 1. Dünya Savaşı öncesi ve sırası buhranlı zamanlarına denk geldiği için ödenek sıkıntısı ile tam olarak bitememiş olması. Ancak, her köşesinde derin anlamlar taşıyan ve yer yer Katalan sembolizminin de vurgulandığı mükemmel bir alan. Bir mimarlık dergisinde okuduğuma göre Gaudi yeri geldiğinde taşınan parçalardan kırılan seramiklerden yeri geldiğinde de inşaat atıklarının atıldığı çöplerden topladığı seramikleri çeşitli yapılarda kullanırmış. Çok detaya girip sizi sıkmak istemiyorum. Merak edenler şu yazıyı kesinlike okusun: [ ]( ) La Sagrada Familia: Biz sabah saatlerinde daha az kalabalık olduğu ve balkonda fotoğraf çektirmek günün diğer saatlerine göre nispeten daha kolay olduğu için Park Güell e sabah 10’a rezerve yaptırmıştık. Hava müsaitse daha da erken gidebilirsiniz. Aynı günün öğleden sonra 2’sinde La Sagrada Familia’ya rezerve yaptırdık ki kasıtlı olarak bu saati seçtik. Çünkü La Sagrada inşa edilirken büyük usta Gaudi ışığa da çok önem verdiği için yapıyı dizayn ederken bu da önemli bir kriter teşkil etmiş. Şans eseri hava da parçalı bulutlu olduğu için olabilecek en mükemmel ambiyansı yakaladık. Siz de imkanınız varsa mutlaka 2-6 arası ve parçalı bulutlu havalarda ziyarete gidin. Ne dediğimi orada bu anları yaşayınca anlayacaksınız. Vitraylardan süzülen ışık kaynağı buluttan güneşe, güneşten buluta geçtiği zamanlarda oluşan cümbüşü size anlatamam. Bütün insanlar bir anda sıcak renkli vitray camların olduğu güneşe bakan cepheye yöneliyor, tarifi imkansız. Park Güell’in çıkış kapısından çıktıktan sonra La Sagrada Familia’ya biz yürümeyi tercih ettik. Yol uzun gibi görünse de yokuş aşağı gidildiği için sıkmıyor ve hızlı bitiyor. Yorulmak istemeyenler toplu taşımayı tercih etsin ama biz hem Barcelona modern mimarisini hem de sokakları keşfetmek istediğimiz için yürüdük, kesinlikle tavsiye ederim. La Sagrada Familia’da da, Park Güell’de de biletleri alırken 3d ödeme ekranında sms gelmeyince hemen işbankası kredi kartımla almayı denedim, sms uygulama üzeri geldiği için kolaylıkla bilet aldım ve derin bir oh çektim, yoksa alamayıp Türkiye’deki bir arkadaştan rica edecektim. Bu konuyu da tecrübe etmiş olduk. Sms almada sorun yaşarsanız işbankası kullanmak çok pratik oluyor. La Sagrada’yı anlatmaya gerek yok. Gidin görün. Doğayı çok seven Gaudi burada da tamamen doğadan esinlenmiş. Kainatın mini bir tasviri olarak görmüş Sagrada’yı. Taşıyıcı kolonlar, üzerindeki motifler, kolonların şekilleri, camlar, vitraylar, seramikler, süslemeler, döşemeler, metal süslemeler hep doğada olan hayvan, bitki vs temaları içeriyor ve Gaudi kesinlikle kilisede Allah’ın yarattığı başta doğa olmak üzere herşeyden esinlenmeye az ya da çok özen göstermiş. Bunu detaylı bir şekilde incelemek istiyorsanız 2-3 saatinizi de kilisenin altındaki bölmede yer alan müzede gözlemleyebilirsiniz. Kilise için 2, müze için 2-3 saat zaman ayırdık. Bu sürenin altına düşmemeye çalışın. İngilizce anlatımlı panolardan destek alın, destek alamıyorsanız mutlaka görselle çeviri vs kullanın ya da gitmeden önce hikayesini okuyun. Ben panolara teker teker okumaya özen göstersem de çoğunun fotoğrafını çektim ve okumayı eve sakladım. Gaudinin en etkilendiğim sözlerinden biri : “To do things right, first you need love, then technique” – Bir işi düzgün yapmak için ihtiyacınız olan ilk şey sevgi, sonra tekniktir. Yani diyor ki aslında, benim muhteşem tekniğim, sevgim olmasaydı bir anlam ifade etmezdi. Tutkuyla bağlandığı bu yolda ortaya yen bir mimari akımla çıkardığı muhteşem eserler işte sevgiyle başladı, sonra da Allah vergisi muhteşem tekniği. O tekniğin arkasında yatan da küçük yaşlardan itibaren sahip olduğu romatizma nedeniyle diğer çocuklarla oyun oynayamamasının getirdiği muhteşem gözlem yeteneği sebep olmuş. Gaudi’nin bir tramvay kazası sonucu hazin bir şekilde vefat etmesi (kaza sonrası üzerinde kimlik olmadığı ve paspal kıyafetler olduğu için Gaudi olduğu anlaşılamıyor ve geç müdahale ile yatırıldığı fakirler hastanesinde can veriyor) sonucu düzenlenen büyük cenaze sonrası yine gidince müzenin içinden göreceğiniz mezarında yatıyor. Gaudi öldükten sonra çok şiddetli tartışmalar yaşanıyor. Kilise devam etmeli mi, etmemeli mi? Dali’nin de dahil olduğu bir kesim sanatçıya saygısızlık olacağı için inşaatın devam etmemesi ve bu haliyle kalması gerektiği düşünürken, bir diğer kesim devam etmeli diyor ve sonuçta devam kararı alınıyor. Aradan 100 yıla yakın zaman geçtiği halde anladığım kadarıyla “Gaudi olsa nasıl yapardı?” sorusu üzerine proje yürüyor(kilisenin içerinde laboratuvarı göreceksiniz), çünkü iç savaş ve diğer bazı talihsiz olaylar sonrasında zaten kuvvetli bir proje arşivleme geleneği olmayan Gaudi’den kalan çoğu doküman ya yanıyor ya kayboluyor. Tahminen 1-2 sene içinde biteceği öngörülüyor. İster gotik ister barok ister rönesans stili mimari olsun Avrupa’da gezdiğim kiliselerden hemen hemen tamamı içimize bir kasvet çökertir ya, La Sagrada’da o ağır kasvet yok. (Bu bir kilise övgüsü değildir, mimari farklılığı buradan da anlayabiliyoruz sadece). La Sagrada Familia kesinlikle bir daha gideceğim yerler arasına eklendi. Herkes gitsin ama Mimarlar, İnşaat Mühendisleri ve Elektrik Mühendisleri 1den fazla gitmeli bence. Tam bir ilham kaynağı. Meslekte yeni ilhamlara sebep olacak ufuk genişletecek bir akım. Bu arada ben burada çocuklarımızı kalıplara sokan eğitim sistemimizi bir kere daha derinden sorguladım. Çünkü Gaudi tahsil hayatı boyunca aşırı başarılı bir öğrenci değilmiş ancak gözlem yeteneğini hiçbir zaman kaybetmemiş. Sahip olduğu yeni teknikle üniversite diploması alırken hocaları tarafından “bir deliyi mi dehayı mı mezun ediyoruz” dedirtmiş kişidir kendisi. Neyse çenem düştü yine bir link atayım buradan devam edersiniz belki: [ ]( ) La Sagrada Familia etrafında Five Guys isimli Mc ya da Burger benzeri bir fastfood zinciri var. Bizim aramız pek fast foodla iyi değildir ama değişiklik olsun diye girdik ve çok beğendik. Ha keza yine Taco Bell diye bir mekan var oradaki Tacoları da çok beğendik. Çok sayıda kafe yine civarda yer alıyor. La Sagrada manzaralı yemek yemek birşeyler yudumlamak çok keyifli oluyor kesinlikle tavsiye ederim. La Sagrada maceramızı bitirdikten sonra Barça’yı çapraz olarak kesen meşhur Diagonal caddesini de yayan geçerek önce Casa Mila- lakabı (La Pedrera) (taşocağı denmesinin sebebi ilk başlarda bazı kesimler tarafından görünümü nedeniyle taşocağına benzetilmesi), sonra da meşhur Passeig de Gracia üzerinden yayan Casa Battlo’ya ulaştık. Ancak geç kaldığımız için giremedik ve bir başka seyahate erteledik. Çünkü başka planlarımız vardı. Akşam keyifli bir La Ramblas yürüyüşü yaparak otelin yolunu tuttuk. Yorgunsanız La Sagrada’dan Casa’lara yürümeyin çok yoruluyorsunuz. Ertesi günün sabahında meşhur Market De LA Boqueria pazarında soluğu alıp kahvaltıyı burada ayaküstü yaptık. Sonrasında Gaudi’nin Gaudi olmasında parasal olarak büyük payı olan tekstil tüccarı Eusebi Güell (evet Park Güell’de de ismi olan Güell) için inşaa edilen Las Ramblas civarındaki Palau Güell’i ziyaret ettik ancak tadilatta olduğu için giremedik. O da bir sonraki sefere kaldı kısmetse. Zaten bir dahaki gidişimizde 1 hafta sadece Barcelona’ya ayırma planımız var ki Gaudi’nin eserlerini iyiden iyiye gezebilelim. Sonrasında Colomb heykelini ziyaret ederek sahile indik ve oradaki AVM’de alışveriş yaptık. Sornasında ise Barcelonata plajına kadar yürüdük ve kafe/mekanlarda zaman geçirdik. O gün Barcelona-Atalanta şampiyonlar ligi maçı vardı ve iki takım taraftarları da her yerde kardeş kardeş eğleniyordu. Nou Camp tadilatta olmasa bu maça gitme ihtimalim de yüksekti, başka bahara kaldı. Nou Camp’a ailem olmadan arkadaşımla ya oğlumla bir maça gitme planımı da ajandama ekledim. Barcelonata plajı’nı da gezdikten sonra yine Barcelona’nın tarihi bir bölgesi olan El Born’da yer alan meşhur Puertocillo restorana gittik ve zamburinas tan tutun kum midyesine, efsane balıklardan karidesine, istiridyesine, balık çorbasına vs toplamda 85 euro civarı hesap ödedik ve lezzete doyduk. İstediğiniz kiloda istediğiniz üründen sipariş verip keyifli bir yemek yeme şansınız oluyor. Kesinlikle tavsiye ederim. Puertocillo’nun biri burada, biri La Sagrada diğeri de Las Ramblas’a yakın 3 şubesi var bildiğim kadarıyla. El Born’da yer alan Puertocillo’nun yanında görülmeye değer antik bir müze-pazar ve gezmek ücretsiz. Barcelona gibi turiste meta gözüyle bakılan bir yerde ücretsiz müze ziyareti komik geliyor değil mi? Merak etmeyin Picasso Müzesi de ücretsiz ama bazı şartları var biraz sonra anlatacağım. Son olarak Puertocillo da çoğu İspanyol pardon Katalan restoranı gibi öğlen açılıp 2-3 saat çalışıp sonra 2-3 saat kapanıp akşam 8 gibi açılıp sonra tekrar kapanıyor. Yemek yerken saatleri düzgün ayarlamazsanız kendinizi bir kapanma telaşı içinde bulabilirsiniz. Bugünü de böyle noktalıyoruz. Son günümüz ise Ferran caddesinde şık bir cafede kahvaltı yaptıktan sonra soluğu İspanya meydanındaki Arenas de Barcelona AVM’de alıyoruz. Eski bir arena burası ve 2011 de yeniden AVM olarak tasarlanıyor. Katalunya meydanındaki devasa AVM El Cortes Ingles’ten sonra bize cazip gelmedi ve küçük bulduk ama buranın olayı ücretsiz efsane 360 derece manzarası. Bir yanda çifte kuleler, bir yanda Montjuic tepesi, diğer yanda Tibidabo, diğer yanda az da görülse La Sagrada, Park Güell vs. Kesinlikle çıkılmalı. Buradan ayrıldıktan sonra uçağımıza zaman azaldığı için tepedeki müzeye girmeden hızlıca önüne giderek efsane ama çalışmayan çeşmenin önünde fotoğrafları çekmeyi ihmal etmiyoruz. Sonra İspanya Meydanından metroya binerek tadilat altındaki Camp Nou’ya uğruyoruz. Müzeyi gezmeye zamanımız yok, onu da Camp Nou’ya maça gelinecek başka bir zamana erteliyoruz. Sonra apar topar Picasso Müzesi’nin yolunu tutuyoruz ama öncesinde Colom Restoran’da son paellamızı yemeyi ihmal etmiyoruz. Koştur koştur Picasso müzesindeki saat 4buçuktaki randevumuza yetişirken Paella’lar midemizde atomlara ayrılıyor tabi. Buraya Perşembe günleri ücretsiz giriliyor, saat 4-7 arası. Ama tek şart arefesindeki Pazartesi günü İspanya saati ile saat 10da girip rezerve yapmak. Biz Barcelona’ya gelirken uçakta olduğumuz için sağolsun arkadaşım adımıza 4 kişilik yer ayırttı ve Barcelona gezimizi bir başka dahi efsane ressam Picasso’nun müze gezisiyle tamamladık. 2 saatimizi de burada bıraktık ve kesinlikle değdi. Bir süre müze ücreti vermekten de kurtulduk. Gördüğünüz üzere Barcelona 3-4 günde bitecek bir yer değil. Gitmeden önce Girona, Tarragona, Montserrat, Tibidabo, Montjuic, Sitges hatta Andorra falan yaparız belki diyorduk ama ne mümkün. İstanbul’u 1 haftada gezebilir misiniz, 1 ayda bitmez. Barcelona da öyle. Ya 1 ay ayıracaksınız ya da parça parça gezeceksiniz. Daha burada yazmadığım bir sürü yer var ve hepsini önem sırasına göre not ettim. Valencia: Barcelona’da işimiz bittikten sonra metro ile Barcelona Sants tren istasyonuna gittik. İlk defa bu kadar aramanın olduğu bir tren istasyonuna şahit olduk. Uçağa gider gibi bekliyor perona öyle iniyorsunuz. Saat 8 gibi biletini evvelden aldığımız Valencia’nın yolunu tuttuk. Biletleri Renfe’nin kendi sitesinden almıştık. Keyifli bir 3 saatlik yolculuktan sonra Valencia’ya vardık. Alman menşeili Limehome otellerinin Calle de Cadiz bölgesinde yer alan gara yakın self-check in yoluyla üzerinden varıştan 1 gün önce gönderilen kodla girişimizi yaptık. Son check out zamanı 11.00 olduğu için otel civarında kahvaltımızı yaptık. Sonra akşama kadar zamanımız olduğu ve otelde valiz bırakamadığımız için otelle anlaşmalı Merkezi Gar civarında yer alan “Locker In The City” emanet noktasında XL kasa satın aldık. Kasayı satın alırken otel anlaşmadan dolayı yüzde 30 indirim verdi. Kullandık. Nolur nolmaz diye de 1 euro ya sigorta eklettik. Locker In The City de Freenow sürüş uygulaması için İspanya’da kullanmak üzere 10 euroluk 2 indirim verdi. Onlardan birini de havalimanına giderken kullandık. Arkadaş yeni tatlar merakı insanın başını bazen derde sokabiliyor. Önce kahvaltıda sebzelerden yapılan Gazpacho çorbası, sonrasında da Valencia’nın Market de la Boqueria benzeri Market Central’inde pirinç sütünden yapılan “Horchata” -pirinç sütünden yapılan geleneksel içeceğini içtikten sonra benim karnım Çarşamba Pazarına döndü. 2 gün kendime gelemedim. Valencia’dan sonra Marsilya’da Marsilya’nın pisliği de eklenince mide bulantısından yemek yiyemedim o derece kötü oldum. Gazpacho konusunda garson soğuk olarak servis edildiği konusunda beni uyarmıştı ama denemek istedik, ne eşim be ben beğenmedik. Horchata fena değil tadı ama sanırım çok beklemişti. Market Central bana göre Boqueriya’ya göre kat kat daha güzel ve hesaplı, ürün çeşitliliği çok fazla. Kestane balı ve paella sosu ile paella pirinci aldık buradan. Valencia’ya giderseniz İzmir’i yakından tanıyan bir abimizin “El Pederniz” adlı dükkanına gidin. Biz rezervasyon yaptırdık ama eşim migren ben bulantı içinde olduğumuz için gidemedik. Sonra iptal ettik ama arkadaş bizim için restoranı hazırladığını söyleyince üzüldük, durumu anlatınca bu sefer o bizden özür diledi, yardıma ihtiyacımız olursa doktor olduğunu ve gelebileceğimizi söyledi. O kadar da kibar bir insan. Valencia dümdüz bir şehir. Fiziki olarak ta öyle gösteriş olarak ta Barcelona’ya göre daha az hikayesi olduğunu düşündük. Çok sayıda genelde iki kuleye sahip şehre giriş kapıları var ve giriş ücretleri genelde 2 euro civarı. Biz bir tanesine girdik ama diğerinde de Napolyon’un Valencia’yı ele geçirmek isterken kulenin aldığı şarapnel tahribatına da tanık olduk. Güzel bir Akdeniz şehri olduğunu belirtmeden geçmeyeyim. Bize ziyadesiyle yetti 1 gün. Devasa müzesini gezemedik belki ama yolumuz düşerse onu da gezeriz bir gün. Marsilya: Ne diyeyim ki. Pislik, kir, koku, tekinsiz tipler, fareler. Dönüş havalimanımız burası olduğu için kürkçü dükkanına geldik. Holiday INN Gare Saint Charles otelini kahvaltı dahil 4 kişi 7bin liraya ayırdık. Pahalı gibi duruyor ama kesinlikle değil. Zaten o 2 günlük açık büfe kahvaltı sadece 3-4 bin lira tutar ve karşıda gar manzarası olacak kadar merkezi. Zaten Valencia’dan Ryan air ile indiğimiz havalimanında 91 nolu otobüsle gara kadar geliyorduk, son durak burası zaten. Ulaşım yetişkin 10, gidiş dönüş aldık biz 16 euro. Çocuklar tek yön 5 euro, gidiş dönüş yok. Çok anlatmayacağım Marsilya’yı. Oysa ki Monte Kristo Kontu’na konu olan If adası, Notre Dame Katedrali, Eski Liman vs hayalleriyle gelmiştik. Şehirden o kadar midem bulandı ki Longchamp Sarayı ve Eski Limanı gezdikten sonra bir italyan cafe restoranında (Casa Rubini Foccacceria) italyan müzikleri eşliğinde tramisu ve foccacia yedikten sonra Lidl alışverişini de tamamlayıp otelimize döndük. Şehri gezerken oğlum tramvay yolunda gereksiz yere açılan pis su dolu çukura düştü, beni eve götürün dedi hatta Marsilya maceramız da bitince tax free leri almak üzere 3 saat önce geldiğimiz havalimanında 1 saat tax free ile uğraştık. Tax free alacağınız varsa erken gelin. Global Blue personeli kötü niyetli, 1 kişi çalışıyor. Mühür yok diyor silik diyor, polise tekrar gönderiyor, polis bir odada sizi içeri almıyor, ısrar edince alıyor, diyorsunuz silik kaşeyi global blue kabul etmedi, fransız kadın ona tepki olarak sinirle 50ye yakın kaşe bastı. Bilmiyorum bizim tax free güme gitti mi gitmedi mi, zarfa koyup kasaya attık, çünkü sistem çalışmıyor dedi global blue cular. Marsilya rezaleti ancak böyle biterdi zaten. Havalimanı bile kanalizasyon kokuyordu. Hikaye böyle bitsin istemezdim ama maalesef gerçekte de böyle bitti. Beni tanıyanlar bilir. Gaudi’nin de dediği gibi yaptığım her işi aşkla yaparım. Amacım nisyanla malul beşer aklımın istikbaldeki unutkanlığına çare olsun diye ailemle geçirdiğim bu güzel anıları tarihe not düşmek ve başkalarının da bu derin bilgilerden istifade etmesi. Benim için sizden alacağım hayır duası önemli olan. Zor durumda olan biri gün gelir de buradaki bir bilgiden istifa eder ve zor bir durumu atlatırsan bana bundan büyük mutluluk olamaz. Fransa ve İspanya’da sizden yardım isteyen yabancılara kesinlikle yardım etmeyin. Fotoğrafınızı Japon bulun onlara çektirin, hem güzel çekiyorlar hem de kapkaca maruz kalmazsınız. Buralarda devamlı teyakkuzda olmakta fayda var. Son bir dipnot: Barcelona’da Türk Konsolosluğu Katalunya meydanına yakın Passeig de Gracia üzerinde. Umarım sadece eğlence amaçlı önünden geçersiniz. Başka seyahatlerde görüşmek üzere. Her türlü soruya açığım yeter ki ben bu kadar yardımcı olmaya çalışırken kırıcı olmayın, elbette ki imla hatalarım ve ufak bilgi hatalarım olmuşsa affola…
● Harika bir Yazı, kaleminize sağlık
● Teşekkürler çok güzel bilgiler.gectigimiz 2 yıl içinde üç kez İspanya’ya gittim toplamda 16 gün gecirdim ama sizin anlatımınizi okuyunca ne çok yeri atladigimizi farkettim,tekrar gitmek için sebebimiz oldu
● Teşekkür ederim çok güzel açıklamışsınız
● Çok yakında gideceğim rotaları çok güzel anlatmışsınız teşekkür ederim 16 21 şubat arası nice 16 21 mart arası Barselona seyahatim var
● Barcelona’yı detaylı gezdim, ama sizin yazdıklarınızı okuyunca Barcelona boyle miydi ya dedim Ulaşım konusunda yanlış yapmışsınız en ufak bir problem yaşamadık metro, otobüs hepsi çok rahat ve istediğiniz yere rahatlıkla ulaşıyorsunuz. Bu dediğiniz …
● Tebrikler çok güzel anlatmışsınız
● Teşekkürler bilgi paylaşımı için,harika
● Eğer organize olabilirsek şayet bizde İspanya/ Endülüs turu yapmayı planlıyoruz 3 arkadaş. Ama muhtemelen bir tur aracılığıyla olacak. Yine de bilgilendirmeleriniz için çok teşekkür ederim.
● Bütün İspanya notlarınızı kaydettim teşekkürler değerli bilgilendirmeler için
● Teşekkürler
● Teşekkürler!
● Kaleminize sağlık Marsilya’nın sizin için kötü gitmesi üzücü oysa kim yaklaşık 15 gün önce oradaydım bence oldukça güzel bir şehirdi. Aksilikler maalesef bazen lezzet almayı da engelliyor… güzel bir bir yazıydı evlatlarınızla sağlıklı nice gezil …
● Teşekkürler bey,paylaşımınız eminim Nice işimizi çok kolaylaştıracaktır

Yorum gönder